28 Eylül 2010 Salı

SAFRANBOLU'DA KISA BİR GEZİ

HAFTA SONU GÜZEL BİR KAÇAMAK
Ankara’nın bunaltıcı ortamından uzaklaşmak ve özellikle de değişik ve güzel bir hafta sonu geçirmek için küçük bir kaçamakla Batı Karadeniz’e yola çıktık. Ankara’nın sıcağından kaçıyor olmak mı, yeni bir yerler görecek olmak mı yoksa bu büyüleyici manzara karşısında mest olmaktan mı bilemiyorum; ama içimde büyük bir sevinç var. Kıvrıla kıvrıla giden yollar, yemyeşil dağlar ve buz gibi suları olan çeşmeler insana büyük keyif veriyor.

Safranbolu tarihi ve doğal güzelliklerini merak ettiğim; fakat bir türlü fırsat bulup da gidemediğim dünyaca ünlü beldelerimizden biridir. İşyerimde bir arkadaşın Safranbolulu olması ve o hafta sonu arkadaşımın da Safranbolu’da oluşu bizi bu şehre bir adım daha yaklaştırdı. Keyifli bir yolculuktan sonra Safranbolu’ya ulaştık. Arkadaşlarımız bizi güzel bir kahvaltı yapmak için Kent Ormanı’na götürdü. Tertemiz havası, buz gibi suları, sessiz sakin bir ortamı ile buralara hayran kalmamak mümkün değil dedim kendi kendime…

Güzel sohbetlerin yapıldığı keyifli bir kahvaltının ardından hep birlikte Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından su kaynağından ilçeye su getirilmesi amacıyla yaptırılan 116 metre uzunluğunda olduğunu öğrendiğimiz İncekaya Su Kemerini görmeye gittik. Su kemerinden karşıya geçmek için yavaş ve emin adımlarla ilerlemeye başladık; fakat kemerin ortalarına geldiğim an başım müthiş bir şekilde dönmeye, ayaklarım da titremeye başladı. Geri dönmek için şöyle bir baktım arkama; ama anladım ki dönmek için çok geçti. Arkamdan gelenler vardı ve benim geri dönmem için onlarında geri dönmesi lazımdı; çünkü iki kişinin yan yana geçmesi oldukça tehlikeliydi. Ürkek adımlarla kimi zaman karşıya bakarak, kimi zaman da yere bakarak bu uzun maratonu tamamladım. Burası beni öylesine etkiledi ki gece yatağıma uzanıp gözlerimi kapadığım an gördüğüm tek şey bu su kemerinin orta yerinde olduğum ve karşıya geçmek için yavaş yavaş yürüyor olmamdı.
Safranbolu’nun çarpıcı, doğal güzelliklerinden biri de kanyondu. Kanyonun derinliği beni biraz ürkütse de kanyonu süsleyen rengarenk yaban çiçeklerinin ve yeşilin birçok tonunun bulunduğu ağaçların görüntüsü ve kokusu karşısında büyülenmemek mümkün değildi.
Sıcak hava bizi öylesine bunaltmaya başladı ki biraz dinlenmek istedik; fakat arkadaşım bir mağaraya gideceğimizi orada serinleyip dinleneceğimizi söyledi. Bana biraz tuhaf gelse de Mencilis Mağarasına doğru ilerlemeye başladık. Mağaranın yerini ve yüksekliğini görünce bu sıcakta ve yorgunlukta buraya çıkmanın oldukça zor olacağını düşünerek merdivenleri teker teker çıkmaya başladım. Mağaranın 2003 yılında restorasyonu tamamlanarak ziyarete açıldığını ve özellikle yabancılar tarafından sık sık ziyaret edildiğini söyledi arkadaşım ilk olarak. Daha sonra anlatmaya devam etti. :’’Mağaranın uzunluğu 6 kilometreyi buluyor; fakat mağaranın sadece 400 metrelik bölümü ziyaret edilebiliyor. Bu mağara Türkiye ‘nin 4. büyük mağarası olup sarkıtlar, dikitler, travertenler ve göletlerin güzelliği insanı büyülüyor.’’ dedi. Arkadaşımın anlattıklarını dinleyerek merdivenleri hızla çıkmaya başladığımı fark ettiğimde soluk soluğa kalmış, terden vücudum yapış yapış olmuş ve susuzluğum ise iyice artmıştı. Bir köşeye geçip oturup dinlenmeyi düşündüğüm anda mağaranın ağzına geldiğimizi fark ettim. Mağaraya girdiğim anda bambaşka bir dünyanın kapısını aralamış gibi hissettim kendimi. Mağaranın içerisindeki yeraltı deresinin şırıltısı ile ışıklandırmanın birleşimiyle ortaya çıkan büyülü havaya kendimi kaptırıp mağaranın derinliklerine doğru ilerlemeye başladım yüzümde kocaman bir tebessümle...Tenimi okşayan güzel, tatlı bir serinlik yorgunluğumu ve susuzluğumu bir anda alıverdi. Mağaranın duvarındaki taşlar, değişik renk ve şekiller oluşturarak ziyaretçilerin hayal gücünü geliştirmek için adeta birbiriyle yarışıyor. Böylesine güzel ve serin bir yerden ayrılmak istemesem de daha görmem gereken bir sürü güzellik var diye mağaranın merdivenlerini yavaş yavaş ve gözüm arkada olarak bırakmak zorunda kalıyorum.
Hıdırlık Tepesi de görülmeye değer bir yerdir diyor arkadaşım ve hemen yönümüzü belirlemenin verdiği rahatlıkla yola koyuluyoruz. Safranbolu’ya şöyle bir tepeden baktım ve Safranbolu’nun evlerini, camilerini, hanlarını, hamamlarını kısaca Safranbolu’yu tanıttı arkadaşım bana buradan. Buram buram tarih kokuyor burası, tarihe tanıklık eden binalar her şeye rağmen ayakta durmak için zamanla, insanlarla ve mevsimlerle mücadele ediyor adeta.
Haydi bakalım şimdi Kaçak Cami’ye gidiyoruz dedi arkadaşım. Bir dere üzerine kemerle kurulmuş olan caminin içini görmek için kapısına yöneldiğimizde, camiye en yakın evden bir kadın yanımıza gelerek önce hoş geldiniz diyor, sonrasında caminin 3-4 gündür kapalı olduğunu söylüyor. Neden kapalı dediğimizde caminin hocasının 3-4 gündür ortalıkta görünmediğini söylüyor.
Şimdi de Köprülü Mehmet Paşa Cami ve bahçesindeki güneş saatini görmek için yürümeye başladık. Safranbolu’nun ‘’Şehzadeler Şehri ‘’diye bilindiğini ve şehzadelerin burada eğitim aldığını ve burada saray mutfağının yaygın olduğunu öğreniyorum
Daha bahsetmediğim o kadar çok tarihi ve doğal güzelliği var ki bu beldenin hani derler ya anlatılmaz yaşanır diye işte öyle bir şey anlatılmaz gezilir, görülür ve sevilir diyorum. Güzel bir tatil yapmak, yaşadığınız stresli şehirden kaçmak isteyenler için gidebilecekleri harika bir yer…Fakat benim tavsiyem en az iki gününüzü ayırmalısınız bu şirin ören yeri için…