30 Kasım 2010 Salı

İSTANBUL HATIRASI- AHMET ÜMİT




Yedi hükümdar, yedi farklı mekân, yedi gizemli olay, yedi cinayet, yedi sikke ve yalın olmakla birlikte bir o kadar da şaşırtıcı bir gerçek!e karşı karşıya kalacağımız sürükleyici güzel bir kitap.

İstanbul Hatırası adlı kitap, İstanbul hakkında detaylı bir tarih bilgisi verirken okuyucuyu sıkmadan üstelik okuyucusunu günümüzden çok eski zamanlara götürüp bizleri adeta zamanda yolculuğa çıkarmıştır. Ahmet Ümit yine polisiye romandaki ustalığını göstermiş ve okuyucularını ters köşeye yatırmıştır. Aslında diğer romanlarından alışık olduğum için kitabın her sayfasında peş peşe işlenen cinayetlerin ardından katile ait izler aradım, her ipucunu değerlendirdim, çeşitli tezler ürettim, katilin kim olabileceği konusunu çeşitli kanılara bile ulaştım. Ahmet Ümit yazmadan katile ulaşmak istedim; fakat yine geç kaldım, yanlış bulgular üzerine çalıştım. Sanırım cinayetleri erkenden çözebilmek için. Ahmet Ümit’e ait daha çok kitap okumalıyım.

Kitabı elinize aldığınız an İstanbul’un o bilinmeyen tarihi hakkında çok fazla bilgi sahibi olacaksınız. Birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını, oldukça köklü bir geçmişi olduğunu ve zaman içinde; İstanbul’da nelerin değiştiğini, kimlerin gelip geçtiğini göreceksiniz ve işin güzel tarafı bu kadar tarihi bilgi alırken sıkılmayacaksınız; çünkü öğrendiğimiz her tarihi bilginin ardından bir cinayet ve çözüm bekleyen birçok soru ile karşı karşıya kalacaksınız. Ahmet Ümit’in her kitabında olduğu gibi bu kitabı da bitirdiğiniz an ne kadar çok şey öğrendiğinizi fark edip mutlu olurken, diğer yandan da cinayetlerin çözülmesine sevinip bunları niye düşünemedim ki diye şaşkınlık yaşayacaksınız

Ahmet Ümit bir kitabını okuduktan sonra asla vazgeçemeyeceğiniz yazarlardan biri olacaktır; çünkü Ahmet Ümit’in eserlerinde titiz bir çalışmayı ve yoğun bir araştırmayı gördükten sonra yazarımıza hayran olacaksınızdır…











26 Kasım 2010 Cuma

KONYA...

Sayısız tarih, kültür ve doğal güzellikleri içinde barındıran Konya’da doğdum ve bu şehrin hayranıyım ben. Çocukluğumun, gençliğimin geçtiği bu şehir benim içi daha bir anlamlı ve daha bir güzeldir.


Konya, insanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden biri olan ve birçok medeniyetlere ait izler taşıdığı için her tarafı tarih kokan bir şehirdir. M.Ö 7 bin yılından beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı tahmin edilen Çumra Çatalhöyük, birçok milletin ilgi odağında olması da bir gerçektir. Çatalhöyük, dünya ölçüsünde yemek kültürünün ilk defa başladığı, tarımın yapıldığı, ateşin kullanıldığı ve yerleşik hayata geçildiği, vahşi hayvanların saldırılarına karşı ortak savunmaların yapıldığı ilk yerlerden biridir. Konya ayrıca Hititler, Lidyalılar, Sasaniler, Emeviler tarafından belirli dönemlerde işgal edilmiş ve bu devletlere ait az da olsa kalıntılar halen korunmaktadır. Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlılar dönemine ait çok sayıda tarihi ve sanatsal eseri içinde barındırmakla birlikte tarihi İpek Yolu’nun en önemli ticaret ve konaklama merkezlerinden biri olması bakımından da önemli bir şehirdir.

Tüm bunların yanı sıra Konya bir kültür diyarıdır, gönül diyarıdır, Mevlana diyarıdır, Nasrettin Hoca diyarıdır, aşıklar diyarıdır ve bu kültürleri de halen yaşatmaktadır.

Aralık ayının ilk pazar gününden 17 Aralık gününe kadar devam eden Mevlana Haftası tüm coşkusu ile kutlanırken sadece Türkiye’den değil dünyanın çeşitli yerlerinden gelen misafirlere ev sahipliği yapar.

5 Temmuz’da başlayıp bir hafta devam eden Akşehir Nasrettin Hoca Şenlikleri ile yine yerli ve yabancı misafirleri ağırlayan bu şehir, herkese kendini hayran bırakır.

25-30 Ekim arasında Aşıklar Bayramı kutlanırken, 9 Eylül’de de Cirit Yarışmaları düzenlenerek kültürel açıdan Konya’nın zenginliklerini gösterir.

Konya çok temiz bakımlı olmakla birlikte çiçeklerle her sokağı süslenmiş ender şehirlerden biridir. Ben Konya’dan başka şehirde yaşayana kadar her şehrin sokaklarının sabunla yıkandığını sanırdım. Türkiye’nin Kalbi olan Ankara’da yaşıyorum. Ve Konya’yı her açıdan arıyorum. Konya, gecekondu sorununu çözen tek büyükşehir olmakla birlikte, alt yapı, kanalizasyon sorunu olmayan nadir şehirlerden biridir. Mesela yağmurlu havalarla araçların size su sıçratası, sizi ıslatması gibi bir sorununuz olmaz, kar yağdığında aracınızın veya sizin kayıp düşmeniz de söz konusu değildir; çünkü sokaklar erkenden tuzlanır. Neredeyse caddelere rastgele atılmış hatta caddelerin tamamını kaplayan çöpleri de göremezsiniz Konya sokaklarında. Geri dönüşüme en çok önem veren belediyelerden biridir yine Konya. Her geri dönüşüm için belediye tarafından ayrı ayrı dağıtılan poşetler haftanın belirli günlerinde belediye çalışanları tarafından kapı kapı toplanır. Büyükşehir olmasına rağmen trafikte saatlerce beklemezsiniz; çünkü trafik sorunu erken alınan önlemlerle çözülmüştür. Zaten Konya birçok güzelliği, temizliği, rahatlığı ile Avrupa Başkenti seçilmiş ve birçok ülkede Konya örnek şehir olarak gösterilmiştir.

Hayatın birçok açıdan oldukça ucuz ve rahat olduğu Konya’da bir süre yaşayıp başka şehre göç etmek zorunda olanlar her daim Konya ‘yı sayıklar durur ve Konya ‘ya geri dönme umudu ile yaşar.Gerçi bunları yazınca birçok kişi tarafından da doğrulanan şu söz gelir insanın aklına: ’’Gez dünyayı, gör Konya ‘yı’’…

Ülkemizde Konya gibi tarihine, kültürüne, insanına önem veren nice şehirler görmek dileğiyle…

25 Kasım 2010 Perşembe

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLAR ARASI MÜCADELE GÜNÜ

Birleşmiş Milletler genel kurulu 1999 yılında, 25 Kasım'ı "Kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için uluslararası mücadele günü" ilan etti. Bu çerçevede, her 25 Kasım'da tüm dünya ülkelerinde çeşitli etkinlikler ile kadına yönelik şiddet tartışılır.

Kadının günümüz toplumundaki yerini, önemini ve değerini düşünürsek durumun içler acısı olduğunu söyleyebiliriz. Televizyonlarda, gazetelerde her gün en az bir kere namus veya töre cinayetlerini görüyoruz; erkek katil, kadın ölen oluyor ve geride kalan çocukları, dağılan aileleri içimiz parçalanarak izliyoruz. Bazen de baba- abi -koca-dayağı yiyen kadınlarla ilgili haberlerle karşılaşıyoruz. Fiziksel, sözel veya cinsel şiddete uğrayan kadınları tartışıyoruz. Kadının bunu hak edip etmediğini gündeme getiriyoruz ve kimi zaman kurbanları yani kadınları suçlu buluyoruz. Oysa şunu unutuyoruz biz, kadın bizleri yetiştiren anadır, kadın hayatı sevmeyi gösteren sevgilidir, kadın eşine destek olan hayat arkadaşıdır, kadın evleri yöneten düzenleyen yöneticidir, kadın evde hasta olan eşe, çocuklara bakan şefkatli bir hemşiredir, kadın çocukları için ilk öğretmendir… Kadının evdeki ve toplumdaki yerini saymakla bitiremeyeceğimiz ortadayken erkekler tarafından fiziksel veya sözel şiddete uğraması bir çelişki değil mi?

Tüm dünyada kadınlar, kadın oldukları için şiddete uğruyor ve en kötüsü de hala her 3 kadından 1’i yaşamında şiddete uğruyor. Türkiye’de kadınlar en çok yakınından şiddet görüyor. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve AB’nin desteği ile Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsünce 24 bin 48 hane ziyaret edildi, 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşüldü. Anketteki bulgular şöyle:

Kadınların yüzde 36’sı, yaşamlarının herhangi bir döneminde yakın ilişkide oldukları erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalıyor.

Medeni durumları değerlendirildiğinde araştırmadaki en çarpıcı sonuç ise, boşanmış veya ayrı yaşayan kadınların belirttiği şiddet oranının yüzde 73 olması. Başka bir deyişle, Türkiye’de boşanmış veya ayrı yaşayan 10 kadından 7’si yaşamlarının herhangi bir döneminde sevgilisinden, eşinden, ağabeyinden, babasından şiddet görüyor.

2010 yılının ilk yedi ayında 226 kadın cinayete kurban gitmiş. Aynı dönem içinde cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar kapsamında 478 kadın tecavüze uğramış, 722 kadın taciz edilmiştir.

Aile içi şiddet kapsamında ise 6423 kadın şiddete maruz kalarak hastaneye kaldırılmıştır.

Yine aynı istatistiki verilere göre kadınların yüzde 40'ı korktukları için şikayetçi olmamaktadır.

Bence, 25 Kasım günü kadına şiddete karşı mücadele günü olarak değil erkeklerin ayıplarının gün yüzüne çıkarılıp erkeklere kendi hatalarını görmelerini ve gerekirse psikolojik destek alabilecekleri öğretme günü olarak değerlendirilmeli ve bu yönde kadına değil erkeğe eğitim verilmeli diye düşünüyorum.

Cinayetlerin, kavgaların yani şiddetin olmadığı bir dünyada barış ve mutluluk içinde yaşamak dileğiyle…

22 Kasım 2010 Pazartesi

TEŞEKKÜRLER ÖĞRETMENİM




   24 Kasım ülkemizde her yıl Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bizlere, ülkemize ve geleceğimize emeği geçen tüm öğretmenler sevgi ve saygıyla anılır.

   Ben de bana emeği geçen; fakat geçmişin puslu sayfalarında unuttuğum o nadide insanları saygı, sevgi, minnettarlık ve tatlı bir tebessüm ile anmak için öncelikle okul yıllarıma ait fotoğrafları incelemeyle başladım işe. İlkokul öğretmenimi görünce onu ne kadar özlediğimi, onun bize nasıl değer verip saçımızı okşadığını, bizlere bakınca gözlerinin içinin güldüğünü hatırladım ve yüreğimde bir sızı hissettim. Okul yıllarıma ait fotoğrafları tek tek incelerken öğrencilik yıllarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu; ama o filmin ana karakterleri hep o değerli insanlar oluyordu. Ayşe Öğretmen, Şakir Öğretmen, Salih Öğretmen, Nilgün Öğretmen ve daha ismini sayamadığım birçok fedakar insan. İlk olarak onlar öğretti bana vatanın, milletin ne demek olduğunu; bayrağa duyulan aşkı, vatan, millet, dil sevgisini yine onlardan öğrendim ben. Atatürk’ün Ulu Önder, Başkomutan ve Büyük Kurtarıcı olduğunu her fırsatta yinelediler. Bizlere Atamızın büyüklüğünü gösterip O’nun yolunda ilerleyebilmemiz için O’na yürekten bağlanmamızı sağladılar. Bu ülkeye yararlı bireyler yetiştirmek için var güçleriyle çalıştılar. Öğrencilik yıllarıma ait anılar beni oldukça hüzünlendirmiş ve gözlerimden akan bir iki damla yaşa da engel olamamıştım. Okul albümümün sonlarına yaklaşırken bu filmin kahramanları değişmiş ve ana kahraman birden ben olmuştum. Yardımcı oyuncular ise öğrencilerimdi artık. Gözlerimden akan özlem yaşlarını çocuklarıma duyduğum sevgi bir anda silmişti. Zaman hızla geçmiş artık ben de pırlanta gibi yeni nesiller yetiştirecektim; çünkü ben de öğretmen olmuştum. .

   Öğretmenim ben… Hem işimi çok seviyorum hem de kendimle gurur duyuyorum. Çocuklarım var benim, onları sevgiyle yoğuruyorum yılmadan yorulmadan. Öğrencilerim benim koskocaman bahçemin yeni açmış çiçekleridir; onları besliyorum kendi ellerimle, okşuyorum, öpüyorum ve kokluyorum onları. Çünkü onların güzelliği kederlerimi dağıtıyor mutluluk ve huzur veriyor bana.

   Öğretmenim ben…Hem işimi çok önemsiyorum hem de işimin gereği olarak öğrencilerime üzerinde yaşadığımız ve atalarımızın kanları ile sulanan bu yurdu sevmeyi, Türk’ün her zaman özgür olacağını tüm dünyaya haykıran şanlı bayrağımıza saygı duymayı, Türk dilinin güzelliklerini ve büyüklüğünü gösterip dil bilinci aşılamayı, doğruyu, güzeli, iyiliği, mertliği, milli duyguları ve Atatürk İlkelerine bağlılığı öğretiyorum.

   Öğretmenim ben…Bir başka heyecan sarıyor içimi çocuklarımı görünce Hepsi ışıl ışıl gözlerle bakıyor bana ve hepsi sevgiyle kucaklıyor beni. Çocuklarım iş güç sahibi oluyor, her biri farklı meslekte, farklı makamda, farklı rütbede… Hepsini görüyorum karşımda ve hala gözlerinde sevgi, dudaklarında tatlı tebessüm var ve hepsi de eğiliyor önümde saygıyla ellerimden öpmek için. O an diyorum ki ölümsüz, kutsal ve en güzel bir meslek bizimkisi.

    Tüm öğretmenlerimizi saygı ve sevgiyle anıyor ve yeni nesiller yetiştiren tüm öğretmenlere teşekkür ediyorum.









12 Kasım 2010 Cuma

16 KASIM HOŞGÖRÜ GÜNÜ ÜZERİNE

Hoşgörü, kelime anlamı olarak her şeyi anlayışla karşılayarak her şeyi olabildiğince hoş görme durumudur. Hoşgörü bir anlayıştır, hoşgörü sevginin yoludur, hoşgörü hataları düzeltebilmektir Hoşgörü kendini bilmektir. Hoşgörü haddini bilmektir ve haddini bilerek sürdürülen hayat biçimidir diye daha birçok tanım yapsam da nedense hoşgörü denilince benim aklıma gelen ilk şey Mevlana oluyor. Belki Mevlana’nın hoşgörüsü üzerine çok fazla hikayeler okuyup özlü sözlerini her daim duymamdandır. Belki de daha acısı onun bahsettiği hoşgörüyü yaşadığımız çevrede göremeyişimdendir.

Mevlana’nın yüzyıllar öncesinden kalplerimizde açtığı veya açmaya çalıştığı hoşgörü kapısı bizim çok uzağımızda veya biz o kapıyı kendi ellerimizle çoktan kapatmışız. Oysaki bizlerin bugünlerde hoşgörüye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu kesindir. Çünkü hayatımızdaki birçok yanlış davranışın asıl sebebi hoşgörülü olamamaktır. Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde kısaca insanın olduğu her yerde hoşgörü yoksa mutlaka bencillik vardır, öfke vardır, tartışma vardır

Hz. Mevlana: “ Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.” diyor. Bunu yapabilmek için içimizde önce kendimizi sonrada tüm insanlığı hatta hayvanları, çiçekleri kısaca tüm evreni kucaklayacak bir sevgi olması şart. Sevmeyi bilirsek hayata, insanlara, çevreye karşı daha anlayışlı oluruz ve yüzümüzden gülümseme hiç eksik olmaz.

16 Kasım Hoşgörü Günü olmasını fırsat bilerek, bir çağrıda ben yapmak istedim tüm insanlığa:

Günün ilk ışıklarıyla yeni bir güne başlarken aynanın karşısına geçip önce kendimize sıcak bir gülüş attıktan sonra annemize, babamıza, eşimize, dostumuza o an yanımızda kim varsa ona sıcak bir gülüşün ardından tatlı günaydın diyelim ve daha günün ilk saatlerinden itibaren Mevlana’nın gözüyle bakalım insanlara; kimsenin ayıbını görmeden, kimseye kızmadan, kimseyle tartışmadan bir gün geçirelim ve gelecek günlerimizi de daha fazla geç olmadan, daha fazla bir şey kaybetmeden hoşgörü içinde yaşayalım.

Herkesin hoşgörü günü kutlu olsun.



"Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol "(Mevlana)

9 Kasım 2010 Salı

ATAM SENİ UNUTMAYACAĞIZ...

BUGÜN 10 KASIM...


Her 10 Kasım’da olduğu gibi yine matem doluyuz, yüreğimizde derin bir sızı ve tarifi mümkün olmayan bir acı var. Bugün Atamızın ölüm yıl dönümüdür, bugün Türk milleti olarak Büyük Önderimizin aramızdan ayrılış günüdür ve bugün onun yokluğunu daha ağır hissettiğimiz günleri yaşamaktayız. Her zaman olduğu gibi Ulu Önderimize olan ebedi sevgi ve saygımızı bu yıl da tekrarlayacağız.

1881 yılında öyle büyük bir güneş doğdu ki bu güneş sadece Türk Milletini aydınlatmak için doğmadı. Büyük Önderimiz, tüm dünyaya örnek olabilecek bir lider olarak, tarih sayfalarından silinmek istenilen bir millete yeniden hayat vermek ve tarihin akışını değiştirmek için dünyaya gelmişti sanki.

Atatürk, kişisel çıkarlarını tamamen bir yana atarak kendini ve o güzelim hayatını milletine adamış ender liderlerden biridir. O savaş meydanlarında yenilmeyen zeki bir başkomutan, siyasette eşi bulunmaz bir lider, sosyal hayatta yenilikçi bir devlet adamıdır. Tüm bu özellikleri düşünürsek Atamız, Türk tarihinin değil, tüm dünyanın yetiştirdiği ender şahsiyetlerden biridir. Öyle ki Asya ve Afrika’daki sömürge olarak yaşayan birçok millet, O’nun düşüncelerini öğrenip, O’nun doğrularını benimseyip ve O’nun çizdiği yolda ilerleyerek bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır.

Bir İngiliz Komutanı, Kurtuluş Savaşını Türklerin kazanmasının ardından yenilginin verdiği hüzün ile Atatürk’ün dehalığı için şu sözleri söylemiştir:’’Arkadaşlar asırlar pek nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahiyi asrımızda Türk Milleti yetiştirdi. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelir ?’’ der ve Mustafa Kemal gibi bir kişi ile bir daha karşı karşıya gelemeyeceğini düşünerek görevinden istifa eder.

Atamız şu an beden olarak yanımızda olamasa da düşünceleriyle, yaptığı büyük işleriyle, bıraktığı eserleriyle ve olağanüstü kişiliği ile tüm Türk Milletinin kalbinde sonsuza kadar yaşayacaktır. Bizlere düşen görev Ulu Önderimizin eserlerini koruyup yaşatmaktır.


RAHAT UYU ATAM… ESERLERİN VE DÜŞÜNCELERİNLE KALBİMİZDE VE TÜM BENLİĞİMİZDE YAŞAYACAKSIN…



4 Kasım 2010 Perşembe

KASIM AYINDA BELİRLİ GÜNLER

6 Kasım Dünya Şehircilik Günü

10 Kasım Atatürk'ün Ölüm Günü

16 Kasım Uluslararası Hoşgörü Günü

20 Kasım Çocuk Hakları Günü , Evrensel Çocuk Günü

21 Kasım Dünya Televizyon Günü

24 Kasım Öğretmenler Günü

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü