26 Nisan 2011 Salı

ZÜLFÜ LİVANELİ SERENAD

Özellikle yazarlığına hayran olduğum Zülfü Livaneli ‘nin kitapçı raflarında son kitabı olan Serenad’ı gördüğüm an o kadar mutlu oldum ki! Yazara ve esere yine hayran olacağımı düşünerek büyük bir sevinçle okumaya başladım kitabı.

Olaylar 2001 yılının Şubat ayında İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar.

Nazilerin baskısından kaçan bilim adamlarının İstanbul’a sığındığı dönemde Profesör Maximilian Wagner’de İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmıştır. Fakat kötü bir olay yüzünden İstanbul’dan ayrılır. Profesör Maximilian Wagner, ömrünün son deminde İstanbul Üniversitesine bir konferansa konuşmacı olarak gelir. Profesör konferansın ardından İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya’dan bir gün onu Şile’ye götürmesini ister. Bu gezi sonucunda açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine dair sinyaller almaya başlar Maya. Bu aşka dair araştırma yaparken dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, Yahudi Soykırımını, Ermeni ve Kürt sorununu ayrıca, Kırım Türklerinin acı sonunu, Struma ve Mavi Alay facialarında hayatlarını kaybedenlerin hikâyelerini etkileyici bir şekilde ele almış. Yazarımız bu olayları anlatırken okuyuculara bütün siyasi sorunlarda asıl zarar görenin hep masum insanlar olduğu gerçeğini de göstermek istemiş.

Kitapta Profesörün yaşadıkları içinizi acıtsa da kişiliğine ve aşkına hayran olacağınıza eminim. Çünkü eserde Max-Nadia hikâyesinin anlatıldığı kısım gerçekten harikaydı Fakat romanın ana karakteri esere pek yakışmamış. Maya’nın hayatı, yaşam tarzı, anneliği okuyucuyu rahatsız edecek şekilde basitleştirilmiş. Hele anne- oğul arasındaki iletişim bozukluğu, bir annenin önceliğini kendi hayatına verip çocuğunu ikinci plana atması beni çok rahatsız etti.

Kitaptaki olaylar Maya’nın ağzından aktarılıyor ve. Maya bize parça parça yazdıklarını kesip yapıştırarak anlatıyor. Bu yüzden aralarda fazladan yapıştırılmış yerler görüyoruz. Mesela bir paragrafın bir kısmı ikinci kez tekrarlanıyor. Bu durumun anlatıda okura ilginç geleceği düşünülmüş olabilir; ama bu kısımlar insana okurken direkt dizgi hatasıymış gibi geliyor.

O dönem, Nazi zulmünden kaçan bilim adamlarını hiçbir ülke kabul etmezken Türkiye ‘ye sığındıklarını okurken Atatürk’ün ne kadar ileri görüşlü büyük bir lider olduğuna yeniden inandım. Ayrıca Einstein’in, Atatürk’e yazdığı mektuba yer veren yazarımız, adeta kitabının sadece hayal ürünü olmadığını okuyucuya kanıtlarken Atatürk’ün bilime, bilim adamına verdiği önemi göstermek istemiş.

Kitabın bazı bölümleri sıkıcı olsa da genel olarak sürükleyici, etkileyici bir kitap. Samimiyetimle dile getiriyorum ki, bu kitap, okuyucularına çok şey kazandıracaktır. Çünkü yazarımız bu kitabı yazarken sıkı bir araştırma yapmış ve bu araştırmasını bizlere aktarırken okuyucuyu sıkmayacak olaylarla süslemiş.