18 Mayıs 2012 Cuma

19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI



19 Mayıs Türk Gençliğinin en anlamlı ve en önemli bayramıdır. Bunun içindir ki Türk Gençliğinin Mayıs’ın 19’unu iyi kavraması gerekir.
  
Mustafa Kemal, yıpranmış, hatta devlet olarak egemenliğini yitirmiş bir İmparatorluğun yerine yepyeni, modern, genç ve dinç yeni bir Türk Devleti kurmak, her şeyden önce yurdumuzun toprak bütünlüğünü korumak için Anadolu'ya geçerek savaşmağa karar verdi. Mustafa Kemal Paşa'nın giriştiği bu iç ve dış savaşlar,-O'nun 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışıyla başlamaktadır. Mustafa Kemal Türk Milleti'ne ve Türk Gençliği'ne karşı duyduğu sonsuz güvenle, atıldığı bu savaştan galip çıkararak yeni Türk Devleti'ni kurdu.

Türk Gençliği de, bu bayram dolayısıyla Ulu Önder'ini anmak, O'nu sonsuza dek yaşatmak amacıyla bayramının adını: Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak değiştirdi. Türk Gençliği, yüreğindeki sevgi, bileğindeki güç, dilindeki marş, beynindeki ışık Türkiye Cumhuriyetini sonsuza kadar yaşatacaktır.

            Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramı Türkiye'nin dört bir yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır. Üzerinde "Gençlikten Atatürk Sevgisiyle Cumhurbaşkanına" yazan ve "Sevgi Bayrağı" olarak adlandırılan dev bir bayrak Kurtuluş Yolu'ndaki Tütün İskelesi'nden karaya çıkarılarak Samsun valisine verilir. Daha sonra bayrak, Cumhurbaşkanına sunulmak üzere genç atletlere teslim edilir. Samsun'dan yola çıkarılarak Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir ve Kırıkkale'den sonra, 19 Mayıs törenlerinde, Ankara'da Cumhurbaşkanına sunulur. Cumhuriyet'le yaşıt olan bu kutlamalar sadece Cumhurbaşkanı'nın katılımıyla Ankara'da gerçekleşmekle sınırlı kalmaz ve ülke genelinde stadyumlarda kutlanır. Fakat  2012'de, Mayıs ayında havanın soğuk olacağı[ ve bu açıdan öğrencilere ve vatandaşlara yük olmaması gerekçesiyle başkent Ankara dışındaki illerde, stadyumlarda kutlanması Mili Eğitim Bakanlığı Orta Öğretim Genel Müdürlüğü'nce okullara gönderilen bir yazıyla maalesef ki engellenmiştir.

            19 Mayısın önemini unutmamak dileğiyle herkesin 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN…

 



28 Kasım 2011 Pazartesi

YOLCU SEYİT AHMET ŞEN

Yolcu


Günümüz yazarlarını tanıma, yeni yazarlar, yeni söyleyişler keşfetme merakımın devam ettiği şu günlerde bu defa kitapçı rafında dikkatimi çeken Seyit Mehmet Şen ‘e ait Yolcu isimli kitabıydı.

Yazar hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan okumaya başladım kitabı. Edebi bir anlatımdan oldukça uzak bir kitap olmasına rağmen konusu ilgimi çekmişti. Köylerinde lise olmadığı için büyük şehirde eğitim hayatına devam etme hayalini kuran bir gencin daha liseye başlamadan, büyük bir şehre gitmeden anne ve babasını bir trafik kazasında kaybetmesi ile eğitim hayatı boyunca verdiği mücadeleyi ve sevdiği kıza kavuşmasını anlatıyor kitap.

Anne ve babasını kaybedip hayatla bir başına mücadele etmek zorunda olan Ahmet ‘e köylüler yardım etmek istese de o bu yardımları görmezden gelerek bir gün sabaha karşı gizlice evini terk eder ve yoldan geçen bir kamyonete binerek kaderin onu götürdüğü yere doğru gider. Ahmet, kamyon şoförü Yetimin İbrahim isimli kişi ile çok iyi anlaşır ve bu yol arkadaşlığının neticesinde İbrahim, Ahmet’i evine götürür. Eşi ve çocukları ile tanıştırır, bir süre orada kalan Ahmet orada kendini iyi hissetmez ve köyünden çıkarken aldığı bir miktar para ile ev tutar, liseye yazılır ve babasının mesleği olan marangozlukta kendini yeterli görerek mahalledeki bir marangozun yanında işe başlar. Hem parasını kazanır hem de eğitimine devam eder. Kimi zaman okulda başarısız olduğunu, büyük şehirde yaşamın zor olduğunu düşünerek köye dönmek isterse de anne ve babasına verdiği sözü hatırlayarak yaşamına devam eder. Nihayetinde inşaat mühendisi olur ve yıllardır gitmediği köyüne gidip anne ve babasının mezarını ziyaret ederek ”Size verdiğim sözü tutum anne, baba” demek ister. Ayrıca köyde sevdiği kızla da evlenmek ister.

Bir sabah köye gitmek için hazırlanırken garip görünümlü bir ihtiyar adamın Ahmet’in yanına gelip beni de gideceğin yere götür demesi ve Ahmet’in ondan çekinip tek başına yolculuk etmesi; ama tam köyüne yaklaştığında o garip görünümlü ihtiyarın Ahmet’in yardımına yetişmesi romandaki garipliklerin ilk başlangıcıdır. Sonrasında şeyhler, dergâhlar, ayinler ve türbelerle süslediği anlatımı romana masalımsı bir hava katmış. Dergâhtaki şeyhin Ahmet’in, hayat hikâyesini bilmesi, yaşamına dair telkinlerde bulunması ve geleceğe yönelik uyarılar yapması romanı gerçeklikten uzaklaştırmıştır.

Zaten Ahmet’in tanımadığı bir kamyon şoförünün evinde misafir edilişi, çocuk yaşta bu kadar akıllı ve mantıklı hareket edişi, hiçbir hata yapmayıp mükemmel oluşu gibi durumlar beni kitaptan soğutmuştu. Üstüne bir de Ahmet’in şeyhle karşılaşıp mucizevi denilebilecek tarzda şeyler yaşaması ile kitabı okumamı zorlaştırdı.

Oldukça sade bir dille, edebi anlatımdan uzak olarak yazılan bu eserin yazarı hakkında küçük bir araştırma yaptığımda ilk olarak Geredeli olduğunu ve Ziraat mühendisi olduğunu öğrendim. Daha sonrasında ise, tarım üzerine yazdığı kitaplarının bulunduğunu ve siyasi tarzda da kitaplar yazdığını, bazı gazetelerde de köşe yazarlığı yaptığını öğrendim.

Yeni yazarlar tanıma serüvenimde uzun zamandır edebi bir tat almadığım ve hayal kırıklıklarına uğradığım için bir süreliğine bu serüvenden vazgeçmeye karar verdim. Büyük zevkler alarak okuduğum yazarlarımla buluşmaya ve onların eserlerini okurken başka coğrafyalarda, başka hayatlarla buluşmaya gidiyorum bir süreliğine…

23 Kasım 2011 Çarşamba

ÖĞRETMENLERİMİZ,GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN

Öğretmenlik, insanlık tarihinin en eski, en anlamlı, en kutsal ve en ölümsüz mesleği olduğunu hepimiz biliriz. Böylesine önemli bir mesleği yapabilmek için öncelikle içimizde büyük bir insan sevgisinin olması gerektiği bir gerçektir. İnsanı sevmek sadece ve sadece ona güler yüz göstermek yardım etmek veya sırtını sıvazlamak değildir. Bence insanı sevmek, onun geleceğini sağlam ve güzel temeller üzerine kurmasına yardımcı olmaktır, yine insanı sevmek ona yılmadan yorulmadan bir şeyler öğretmek, doğru yolu göstermektir. Tüm bunları yaparken de ona güler yüzle, tatlı dille yaklaşmak, anlayışlı olmak, gerektiğinde sırtını sıvazlamak, gerektiğinde ise onu uyarmak demektir. Yüreği insan sevgisi ile dolup taşan tüm Öğretmenlerimiz, Günümüz Kutlu Olsun…


Yüreği insan sevgisi ile dolu olan öğretmenlerimizin bir de bitmez tükenmez bir sabırları vardır. Çevremdeki birçok ana babanın bana :”Biz evde ikisinin üçünün hakkından gelemiyoruz, siz bu kadar çocukla nasıl baş ediyorsunuz, Allah sizlere sabır versin” şeklinde dua ettiklerini, ergenlik çağındaki çocukları içinde ise :”Bizim lafımızı, sözümüzü dinlemiyorlar, siz bir konuşsanız hocam.” diye çaresizliklerini dile getirdiklerini çok iyi biliriz. Sabırla çalışır öğretmenim, ektiği fidanların biri bile çürümesin diye nakış işler gibi yorulmadan, yılmadan emek harcar öğrencilerine ve asla acele etmez meyvelerini toplamak için… Ektiği fidanları sabırla büyüten Öğretmenlerimiz, Günümüz Kutlu Olsun…

Sevgi ile yoğurdukları sabırlarında kocaman kocaman umutları vardır benim öğretmenimin… Hiçbir zaman umutsuzluğa yer yoktur onların yüreğinde. Yetiştirdikleri çocuklarla geleceğe ışık tutacaklarını bilerek çalışırlar. Vatanını, milletini, bayrağını seven, ülkelerimizi daha ileriye götürecek bireyler olarak görür öğrencisini. Bilir ki bunları söyleyerek yetiştirdiği fidanların asla onu yanıltmayacağını… Umutsuzluğa kapılmadan pırlanta gibi nesiller yetiştiren Öğretmenlerimiz, Günümüz kutlu Olsun…


Sevgili Öğretmen Arkadaşlarım,

Bugün öğrencileriniz okul kapılarda karşılayacak sizi, gözlerinde farklı bir ışıltı, içlerinde farklı bir heyecanla sizi görmek, sizin bu özel ve anlamlı gününüzü kutlamak için adeta birbirleriyle yarışacaklar. Sizlere olan sevgisini ifade edebilmek için avuçlarının içinde ya küçük bir hediye ya da yüreğinden gelen tertemiz bir sevgiyle ‘Öğretmenim, Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun.’diyecekler. Bu küçücük bedenlerden gelen kocaman sevgiler biliyorum ki sizin sevgiyle, sabırla ve umutla büyüttüğünüz geleceğimizdir.


Geçmiş ve geleceğe emeği geçen, geleceğimize ışık tutan tüm öğretmenlerin, öğretmenler gününü kutluyorum ve hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum

14 Kasım 2011 Pazartesi

ATEŞİN DÜŞTÜĞÜ YERDE - ALEV KUTLUÖZEN



Alev Kutluözen, şair olarak tanıdığım ve Ateşin Düştüğü Yerde adlı kitabıyla da yazarlığına tanık olduğum günümüz yazarlarımızdan biridir. Türk bir babanın ve Prusyalı bir annenin çocuğu olan Kutluözen, İstanbul’da doğup büyümüştür.


Yazarımız Ateşin Düştüğü Yerde adlı kitabında anılarına yer vermiştir. Eserini iki bölüme ayıran yazarımız özellikle ilk bölümünde okul yıllarına ait hafızasında kalanları anlatmış. Öğretmenlerinin neredeyse tamamını acımasız, takıntılı ve şiddet yanlısı; öğrencileri ise içine kapanık, kendini ifade edemeyen ve öğretmenlerine karşı koşulsuz itaat eden korkak bireyler olarak göstermiş. Okul yıllarına ait hafızasında sanki sadece kötü anılar kalmış ve adeta öğretmenlerinden intikam almak istercesine kalemini sivri tutmuş. Bir öğretmen olarak bunları okurken gerçekten çok üzüldüm; ama bazı öğretmenlerimizin de aynı olduğunu düşünmedim desem yalan olur. Yazarımız kitabının ikinci bölümünde ise sosyal olaylar ile ilgili tanık olduğu kötü olayları kaleme almış. Kuşak çatışmalarının, eğitim sisteminin yanlışlıklarını çok sade bir dille anlatan yazarımız aslında bu kitabında yeryüzünde iyiyi, güzeli yaşamak ve yaşatmak için insanlarla tek yürek olmak gerektiğinin mesajlarını veriyor.

Kitabı bitireli neredeyse bir hafta oldu; ama yazarımızın anılarına dair zihnimde o kadar az şey kaldı ki… Bu nedenle kitap için kısa ve öz olarak şöyle söyleyebilirim. Hoş vakit geçirmek için her yaştan ve her kesimden insanın rahatlıkla okuyabileceği kadar sade ve akıcı; ama hafızalarda uzun süre yer edecek kadar da etkileyici olmayan bir kitap diyebilirim.




18 Ekim 2011 Salı

KADINLAR SUSARAK GİDER






Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir. Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır.




Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma! Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez. Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.



Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir.



Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.





CEMAL SÜREYA

6 Ekim 2011 Perşembe

CENGİZ AYTMATOV VE ESERLERİNE DAİR




 Bu günlerde severek izlediğim Al Yazmalım dizisinin her karesini izlerken aklımın bir köşesinde Türkan Şoray ve Kadir İnanır var. Günümüze uyarlanan dizide tema aynı; ama kişiler ve olaylar farklı; buna rağmen biz hala Türkan Şoray’dan, Kadir İnanır’dan ve o kırmızı kamyondan izler arıyoruz. Oysa hiçbirimizin aklına Al Yazmalım kitabı veya Cengiz Aytmatov gelmiyor. Halbuki kitaptan sinemaya veya diziye uyarlanan filmler hakkında ahkam kesmeyi çok severiz. Yok Yaprak Dökümü çok bozuldu, Aşk-ı Memnu’nun çok değiştirildi, Hanımın Çiftliği’ni yazan Orhan Kemal yazdığına pişman oldu gibi bir sürü şeyler söylendi yazıldı. Ama nedense Türkan Şoray’ın oynadığı Al Yazmalım filmi, kitabı ne kadar bozmuştu bilen var mı?



Bu yazıyı yazarken Cengiz Aytmatov’u ve eserlerini hatırlamayı ve hatırlatmayı düşündüm. Bunun için öncelikli olarak lise yıllarında okuduğum kitapları hatırlamayı düşünüp Cemile ve Duyşen Öğretmeni okudum. O dönemde aldığım tat ile şimdi aldığım tat öylesine farklıydı ki…

Kırgız Türk romancısı olan Aytmatov 1928 yılında doğmuş ve 2008 yılında aramızdan ayrılmıştır. Yazarımız kendi ulusu, kendi gelenekleri ve kültürünü tanıtarak dünya çapında büyük bir üne kavuşmuştur. Yazarımız efsanelerle, masallarla, destanlarla yazılarını beslemiştir. Kırgız Türk kültürünü psikolojisiyle, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü yeniden inşa edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı. Oldukça sade ve akıcı bir dili olan yazarımızı her yaştan ve her kesimden kişilere tavsiye edebilirim.

Bazı eserleri hakkında birkaç şey söylemek ve tanıtmak gerekirse Cemile adlı kitabı ile başlamak isterim. Cemile, aşkı uğruna töreleri çiğnemeyi göze alabilen genç bir kızın hikâyesidir. Olaylar bir Kırgız köyünde savaş zamanında geçmektedir. Cemile erkek gibi yetişen, ağzı sıkı laf yapan, cesur biridir. Eşi savaşa katılmak üzere askere gittiği için birçok işle o uğraşmaktadır. Bu işlerden en önemlisi de her gün kayınbiraderi ile birlikte istasyona tahıl taşımaktadır. Onlara yardım eden kişi de Danyar’dır. Danyar cephede ayağı sakatlandığı için gazi olarak bu köye gelmiş, içine kapanık bir gençtir. Zaman içerisinde Danyar ve Cemile birbirini sever ve her şeyi göze alarak kaçarlar. Okuyucular aslında Cemile’nin yanlış yaptığını düşünse de aşkına saygı duyup ona hak verir.

Duyşen Öğretmen adlı hikâyesinde ise öğretmen olmanın güzel ve zor yanlarını o kadar etkileyici anlatmış ki bir öğretmenin öğrencisi için ne gibi tehlikeleri göze aldığını okuyunca, ülkenin aydınlanması ve eğitimin önemini için bizlerin hiçbir şey yapmadığımızı görüp kendimize kızacağız. Bir gün köye okul açılır ve Duyşen Öğretmen, okulu onarmak ve öğrenci toplamak için cahil halk ile mücadeleye girişmiştir. Tüm olumsuzluklara karşın okulun tadilatını bitirir ve öğrenciler bulur. Altınay, amcasının yanında oturan öksüz yapayalnız bir kızdır. Hayat ona hep sıkıntı, dayak ve aşağılanma vermiştir. Duyşen Öğretmenin, yardımları ile okula başlayan öksüz kız, bir gün yaşı küçük olmasına rağmen evlenme çağı geldi diye okuldan alınır. Duyşen Öğretmen buna engel olmaya çalışır diye evlendirileceği adam tarafından kaçırılıp tecavüz edilir ve çeşitli işkencelere maruz kalır. Fakat kısa süre sonra öğretmen Duyşen, öğrencisini bulur ve jandarmaların da yardımıyla Altınay’ı önce kocası sayılan adamın elinden sonra da amcasının elinden alıp şehre okumaya gönderir. Daha sonra ülkede yönetim değişmiştir ve Duyşen kalan hayatına postacı olarak devam etmek zorunda kalmıştır. Köyde kimseyle muhatap olmaz ve hayata küsmüşçesine kendini her şeyden soyutlar. Bu esnada da en sevdiği öğrencisi Altınay’da okumuş ülkesi için çok önemli bir kişi olmuştur. Altınay aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen köyüne gider; ama öğretmeni Duyşen onunla bile muhatap olmaz..Altınay her şeye rağmen köyün tepesindeki yıkık dökük okulları ve kendi elleriyle diktikleri kavaklar yerinde duruğunu görünce mutlu olur.

Gün Uzar Yüzyıl Olur adlı eserinde ise iki insanın İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlayıp hem iş hayatında hem de özel hayatlarında devam eden dostluklarını çok etkileyici bir biçimde anlatmıştır. Kitapta, Kazangap'ın ölümü ve vasiyeti ardından dostu Yedigey'i anılarıyla yüz yüze getirir ve Yedigey bir ömrü bir güne sığdırır, geçmişi hatırlar. İki insanın bir ömre sığdırdıkları dostlukları, sırt sırta verip rahat etmeleri, hem iyi günde hem kötü günde birbirlerine destek olmaları bizi günümüzde böyle dostluklar bulamadığımız için kıskandırsa da dostluğun, arkadaşlığın ne demek olduğunu çok etkileyici bir biçimde anlatıyor ve ister istemez böyle bir dosta ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsunuz.

Beyaz Gemi adlı eseri ise annesi ve babası tarafından terk edilip beş altı yaşından beri dedesi tarafından büyütülen adsız bir çocuğun psikolojisi anlatılmaktadır. Yazarımız, dedesinden başka kimse tarafından sevilmeyen bu adsız oğlanın gerçek hayatında mutsuz; ama hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan halini daha doğrusu trajedisini çok etkileyici bir şekilde kaleme almıştır. Aslında bu adsız çocuk, geleneğinden ve ailelerinden koparılmış nesilleri temsil ederek tüm insanlığa çok güzel mesajlar vermektedir.

Cengiz Aytmatov’un neredeyse tüm eserlerinde Anadolu insanının saflığını, temizliğini, sıcaklığını ve samimiyetini bulabilirsiniz. Bu nedenle diğer dünya edebiyatı yazarlarından çok daha ayrı bir yeri vardır bizde. Son olarak da demek isterim ki hani Al Yazmalım filmindeki, Türkan Şoray’ı, Kadir İnanır’ı izlerken nasıl bizden biriymiş gibi geliyorsa yazarımızın neredeyse tüm eserlerinde bizden bir şeyler bulmak hiç de zor değil…

29 Eylül 2011 Perşembe

İÇİMİZDEKİ BOŞLUK…


Kimi zaman çevremizdeki bir insana sebebini bilmeden kendini yakın hissedersin, bir şeyler paylaşırsın ve gönül defterinin sayfalarını bir anda açıverirsin ona. Arkadaş dersin, dost dersin, sırdaş dersin hafızanda onun önemini ve değerini karşılayacak kelime bulamazsın. Aynen onu yüreğinde koyacak yer bulamadığın gibi sözcüklerin de yetmez onu ifade etmeye. Yüreğimizde koyacak yer bulamadığımız o insanla her şeyi paylaşır, beraber güler, beraber ağlarsınız Yaşadığımız en küçük olayı bile ona anlatmaktan müthiş bir zevk alırsınız. Onun olduğu her ortamda kendimizi güvende hisseder ve en kötü durumdan bile mutlu olacak bir şeyler bulursunuz.

Ve bir gün gelir kelimelerin bile ifade etmekte yetersiz kaldığı dostluğunuzun, arkadaşlığınızın, kardeşliğinizin yara almasıyla ne yapardınız hiç düşündünüz mü veya hiç böyle bir şey yaşadınız mı? Sadece dostum dediğiniz bir kişiyle paylaştığınız sırrınız başkalarının ağzında dolaşmaya başlarsa dünya başınıza yıkılmaz mı? Yapmaz, yapamaz ve son olarak da yapmamalıydı dersiniz. Belki önce ona, sonra kendinize kızarsınız. Ona nasıl güvendim, nasıl değer verdim diye kendinizi suçlarsınız. Zamanla kendinize olan kızgınlığınızda geçer; ama yüreğinizde bir boşluk bırakarak geçer. İnanmanın, güvenmenin ne kadar korkunç bir şey olduğunu, her an, her dakika hissedersiniz.

Artık yüreğinizde içini hiçbir şeyin dolduramadığım koskoca bir boşluk vardır. Her gün biraz daha büyüyen bu boşluğun sebebi: İnsanlara olan güven duygunuzun zedelenmesi, güven duygunuzun kaybolup yüreğinizin orasında oluşan boşluğu dolduracak bir şey bulamamanızdan kaynaklanmaktadır.

İşte ben de şu an o boşluğu dolduracak bir şeyler arıyorum; ama ne mümkün. O boşluk tarif edilemeyecek şekilde hızla büyüyor. O boşluk büyüdükçe korkularım da büyüyor, beklentilerim azalıyor ve ümidim kırılıyor.

Yıllarca ümidini kaybetmenin yanlışlığını insan sevgisinin gerekliliğini savunan ben kendimle çeliştiğimi fark ediyor biraz daha karamsarlaşıyorum ve hümanist kişiliğim zarar görüyor, kendi kendime zarar veriyorum diye sessizliğimin içine gömülüp gidiyorum. Aslında bu sessizlik beni boğuyor, karamsar halim de beni her gün biraz daha üzüyor. Bu nedenle her sabah kendi kendime sözler veriyorum ben yine eski ben olacağım diye; ama böyle yaparak da kendi kendime verdiğim sözü tutamadığım için kendimden utanıyorum. Çünkü içimdeki bu boşluğu dolduracak, yıkılan güven duygumu yeniden onaracak bir çözüm bulamıyorum. Mecburen yine yalnızlığımla baş başa kalmayı tercih ediyorum. Yani bu boşluktan kurtulmak için yaptığım tüm hareketler boşa çıkıyor.

Artık kimseye güvenmek istemiyorum desem de içimdeki insan sevgisi ile bu isteğimi yerine getiremiyorum. Kimseye kızmıyorum, zaten kızmaya da ne hakkım var ki ben kendi sırrımı kendim saklayamadım ki o dostum, arkadaşım dediğim kişi nasıl saklasın, ben hata yaptım bir kişinin bildiği sırrı ikinci kişiye anlatarak onu sır olmaktan çıkardım.

Sözün özü ben içimde koskoca bir boşluk olsa da ben yine de insanları seviyorum ve onlara güvenmek istiyorum. Yüreğimizdeki boşlukları dolduracak insanlar bulmak dileğiyle…