18 Ekim 2011 Salı

KADINLAR SUSARAK GİDER






Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir. Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır.




Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma! Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez. Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.



Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir.



Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.





CEMAL SÜREYA

6 Ekim 2011 Perşembe

CENGİZ AYTMATOV VE ESERLERİNE DAİR




 Bu günlerde severek izlediğim Al Yazmalım dizisinin her karesini izlerken aklımın bir köşesinde Türkan Şoray ve Kadir İnanır var. Günümüze uyarlanan dizide tema aynı; ama kişiler ve olaylar farklı; buna rağmen biz hala Türkan Şoray’dan, Kadir İnanır’dan ve o kırmızı kamyondan izler arıyoruz. Oysa hiçbirimizin aklına Al Yazmalım kitabı veya Cengiz Aytmatov gelmiyor. Halbuki kitaptan sinemaya veya diziye uyarlanan filmler hakkında ahkam kesmeyi çok severiz. Yok Yaprak Dökümü çok bozuldu, Aşk-ı Memnu’nun çok değiştirildi, Hanımın Çiftliği’ni yazan Orhan Kemal yazdığına pişman oldu gibi bir sürü şeyler söylendi yazıldı. Ama nedense Türkan Şoray’ın oynadığı Al Yazmalım filmi, kitabı ne kadar bozmuştu bilen var mı?



Bu yazıyı yazarken Cengiz Aytmatov’u ve eserlerini hatırlamayı ve hatırlatmayı düşündüm. Bunun için öncelikli olarak lise yıllarında okuduğum kitapları hatırlamayı düşünüp Cemile ve Duyşen Öğretmeni okudum. O dönemde aldığım tat ile şimdi aldığım tat öylesine farklıydı ki…

Kırgız Türk romancısı olan Aytmatov 1928 yılında doğmuş ve 2008 yılında aramızdan ayrılmıştır. Yazarımız kendi ulusu, kendi gelenekleri ve kültürünü tanıtarak dünya çapında büyük bir üne kavuşmuştur. Yazarımız efsanelerle, masallarla, destanlarla yazılarını beslemiştir. Kırgız Türk kültürünü psikolojisiyle, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü yeniden inşa edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı. Oldukça sade ve akıcı bir dili olan yazarımızı her yaştan ve her kesimden kişilere tavsiye edebilirim.

Bazı eserleri hakkında birkaç şey söylemek ve tanıtmak gerekirse Cemile adlı kitabı ile başlamak isterim. Cemile, aşkı uğruna töreleri çiğnemeyi göze alabilen genç bir kızın hikâyesidir. Olaylar bir Kırgız köyünde savaş zamanında geçmektedir. Cemile erkek gibi yetişen, ağzı sıkı laf yapan, cesur biridir. Eşi savaşa katılmak üzere askere gittiği için birçok işle o uğraşmaktadır. Bu işlerden en önemlisi de her gün kayınbiraderi ile birlikte istasyona tahıl taşımaktadır. Onlara yardım eden kişi de Danyar’dır. Danyar cephede ayağı sakatlandığı için gazi olarak bu köye gelmiş, içine kapanık bir gençtir. Zaman içerisinde Danyar ve Cemile birbirini sever ve her şeyi göze alarak kaçarlar. Okuyucular aslında Cemile’nin yanlış yaptığını düşünse de aşkına saygı duyup ona hak verir.

Duyşen Öğretmen adlı hikâyesinde ise öğretmen olmanın güzel ve zor yanlarını o kadar etkileyici anlatmış ki bir öğretmenin öğrencisi için ne gibi tehlikeleri göze aldığını okuyunca, ülkenin aydınlanması ve eğitimin önemini için bizlerin hiçbir şey yapmadığımızı görüp kendimize kızacağız. Bir gün köye okul açılır ve Duyşen Öğretmen, okulu onarmak ve öğrenci toplamak için cahil halk ile mücadeleye girişmiştir. Tüm olumsuzluklara karşın okulun tadilatını bitirir ve öğrenciler bulur. Altınay, amcasının yanında oturan öksüz yapayalnız bir kızdır. Hayat ona hep sıkıntı, dayak ve aşağılanma vermiştir. Duyşen Öğretmenin, yardımları ile okula başlayan öksüz kız, bir gün yaşı küçük olmasına rağmen evlenme çağı geldi diye okuldan alınır. Duyşen Öğretmen buna engel olmaya çalışır diye evlendirileceği adam tarafından kaçırılıp tecavüz edilir ve çeşitli işkencelere maruz kalır. Fakat kısa süre sonra öğretmen Duyşen, öğrencisini bulur ve jandarmaların da yardımıyla Altınay’ı önce kocası sayılan adamın elinden sonra da amcasının elinden alıp şehre okumaya gönderir. Daha sonra ülkede yönetim değişmiştir ve Duyşen kalan hayatına postacı olarak devam etmek zorunda kalmıştır. Köyde kimseyle muhatap olmaz ve hayata küsmüşçesine kendini her şeyden soyutlar. Bu esnada da en sevdiği öğrencisi Altınay’da okumuş ülkesi için çok önemli bir kişi olmuştur. Altınay aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen köyüne gider; ama öğretmeni Duyşen onunla bile muhatap olmaz..Altınay her şeye rağmen köyün tepesindeki yıkık dökük okulları ve kendi elleriyle diktikleri kavaklar yerinde duruğunu görünce mutlu olur.

Gün Uzar Yüzyıl Olur adlı eserinde ise iki insanın İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlayıp hem iş hayatında hem de özel hayatlarında devam eden dostluklarını çok etkileyici bir biçimde anlatmıştır. Kitapta, Kazangap'ın ölümü ve vasiyeti ardından dostu Yedigey'i anılarıyla yüz yüze getirir ve Yedigey bir ömrü bir güne sığdırır, geçmişi hatırlar. İki insanın bir ömre sığdırdıkları dostlukları, sırt sırta verip rahat etmeleri, hem iyi günde hem kötü günde birbirlerine destek olmaları bizi günümüzde böyle dostluklar bulamadığımız için kıskandırsa da dostluğun, arkadaşlığın ne demek olduğunu çok etkileyici bir biçimde anlatıyor ve ister istemez böyle bir dosta ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsunuz.

Beyaz Gemi adlı eseri ise annesi ve babası tarafından terk edilip beş altı yaşından beri dedesi tarafından büyütülen adsız bir çocuğun psikolojisi anlatılmaktadır. Yazarımız, dedesinden başka kimse tarafından sevilmeyen bu adsız oğlanın gerçek hayatında mutsuz; ama hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan halini daha doğrusu trajedisini çok etkileyici bir şekilde kaleme almıştır. Aslında bu adsız çocuk, geleneğinden ve ailelerinden koparılmış nesilleri temsil ederek tüm insanlığa çok güzel mesajlar vermektedir.

Cengiz Aytmatov’un neredeyse tüm eserlerinde Anadolu insanının saflığını, temizliğini, sıcaklığını ve samimiyetini bulabilirsiniz. Bu nedenle diğer dünya edebiyatı yazarlarından çok daha ayrı bir yeri vardır bizde. Son olarak da demek isterim ki hani Al Yazmalım filmindeki, Türkan Şoray’ı, Kadir İnanır’ı izlerken nasıl bizden biriymiş gibi geliyorsa yazarımızın neredeyse tüm eserlerinde bizden bir şeyler bulmak hiç de zor değil…