23 Aralık 2010 Perşembe

İSKENDER PALA VE ŞAH & SULTAN


Türkçeyi kullanma gücüne hayran olduğum Eski Türk edebiyatı profesörü İskender Pala’nın son kitabı olan Şah & Sultan raflardaki yerini almaya başladığı gün, okuyacağım kitaplar arasında yer almıştı. Tarihi bir kitap olduğuna dair aldığım bilgilere göre başladım kitabı okumaya.

Usta Yazarımız, dönemin önce şehzadesi, sonra da hükümdarı olan Selim (Yavuz Sultan Selim) ile İran Şahı İsmail’in hayatları boyunca birbirlerine karşı bitmeyen mücadeleleri, Alevilik - Sünnilik tartışmaları bahane edilerek kardeşin kardeşten nefret edip birbirini öldürmeye başladığı, Türk’ün Türk’e, Müslüman’ın Müslüman’a düşman kesildiği, iktidar hırsının gözleri kör ettiği bir dönemi, hükümdarların aşkını ve ödenen bedelleri yine harika bir dille, yine edebiyat profesörlüğünü kullanarak anlatmıştır.

Savaşlardan ziyade benim dikkatimi en çok çeken şey: Sonu gelmeyen kavgaların, dökülen kanların gölgesinde filizlenen öyle büyük bir aşk var ki bu kitapta… Okuyuculara aşkı sorgulatan, aşkın ne olabileceği, aşk uğruna nelerden vazgeçilebileceğini konusunda herkesi düşündürecek ve derinden etkileyecek bir aşk… Herkese karşı acımasız olan Şah İsmail’in sevdiğine karşı çaresizliğini, boyun eğmişliğini kimi zaman sevinerek kimi zaman da içiniz acıyarak okuyacaksınız. Saçının teline bile dokunmaya kıyamadığı, güzelliği dillere destan olan Taçlı Hatun’u savaş meydanında bırakıp kaçmak zorunda kalmıştır. Şah İsmail’e, Selim’e savaş meydanında yenilmekten daha ağır gelmektedir, sevdiğinin düşman elinde olması.

Kendini asla affetmeyen Şah’ın pişmanlıkları, önce onun hırsını, amacını almış ve nihayetinde kendini içkiye verip çok genç yaşta hayata gözlerini yummuştur. Yavuz Sultan Selim ise esir düşen Taçlı Hatun’u görür görmez ona âşık olur; ancak gururundan dolayı ona yanaşamaz, aşkını içinde yaşar. Selim, vücudunda çıkan kötü huylu bir çıban yüzünden genç yaşında Şah İsmail gibi hayata veda eder. Son nefesini vermeden Taçlı’ ya olan sevgisini bir kâğıda döker. Kitabı şaşırtıcı birçok olayı okuyarak, biraz da içiniz acıyarak sonlandırırsınız.

Cesaretleri, acımasızlıkları, aşkları ve daha birçok özellikleri ile birbirine benzeyen hükümdarların ölümlerinin de genç yaşta ve ardı sıra olması kaderin veya tarihin bir cilvesi olduğunu düşünerek ve okuduklarınıza dair yorumlar yaparak kitaba veda edersiniz.

Kitapta kavgaların, savaşların olduğu bölüm ile ilgili farklı yorumlar yapılsa da, Alevi veya Sünniler tarafından çok fazla eleştirilse de Çaldıran diye bir savaşın olduğu ve bu savaşta Alevi ve Sünni Müslümanların karşı karşıya gelip Türk’ün Türk’ü, Müslüman’ın Müslüman’ı vurduğu bir gerçektir. Geri kalan kısma baktığımızda ise roman bir tarih kitabı değil ki her şeyi olduğu gibi aktarsın. Tabiî ki hayal olacak ve tabiî ki yazar kendinden bir şeyler katacaktır diye düşünüyorum.

Yazarımızın da dediği gibi “Ne Şah kalır ne Sultan. Kalıcı olan kardeşliktir, birliktir. Dildir, inançtır, kültürdür. İktidar kavgalarıyla, tarihte karşı karşıya getirilmiş, birbirine küstürülmüş insanlar hakikatte dün de bugün de birbirlerinin kardeşleridirler.

Hiç yorum yok: